top of page

Iceland / Ísland

#22/06/2017 - İstanbul Atatürk Havalimanı

Aylar öncesinde almış olduğumuz bol rotalı biletlerimizin ilki için havalimanında beklemeye koyulduk. 12:10 uçağıyla Berlin semalarına yol alma pozisyonundayız. 10:30 itibariyle kahvaltı seansını da Cake&Bakes'de tamamladım. Sakin bir perşembe sabahı olarak görünüyor, ama sonrası tam bir bilmece olacak. Uzunca bir planlama ve "bileti almadan hiçbir yere gidemezsin" felsefesine istinaden şu anki durumdayız. Bir pişmanlık mı? Yok canım, daha fazlası bilinmeyen bir yolculuk öncesi, donuk bir his tabakası denilebilir. Malum rota uzun ve bir o kadar da yorucu aslında, ama öncesinde Berlin Olimpiyat Stadı'nda Depeche Mode konserine gitmek de ayrı bir keyif olacak. Herhalükarda ilginç ve ilgi çekici bir seyahat bizi bekliyor!

#Onurair Q475 Seferi (İstanbul -> Berlin)

Şaşırtıcı bir şekilde kedi yolunda trafiğine maruz kalmadan yerel saatle 12:40 civarında tekerler yerden kesildi. Klasik bir ekonomi havayolunun Airbus 320 uçuşu oluyor. Yaklaşık 3 saat sürecek olan uçuşun 1/3'ü geride kaldı. Akşama hazırlık anlamında Depeche Mode ile seyahat devam ediyor. Diğer taraftan da Dındın uyuklayıp, müziğini dinliyor. Sakin yolculuğun sürmesi temennisiyle.

#Depeche Mode & Berlin

Uçağın piste tekerleklerini değdirmesiyle beraber şehrin havası tamamen değişti, fırtınaya döndü. Bu tarz bir hava için bütün ekipmanlarımızın olmasına rağmen, 25 derece güneşli olarak görünen havanın bu denli başkalaşması ufak bir şaşkınlığa yol açmadı değil. Pasaport sırasının az da olsa çıkış saatini sekteye uğratmasına rağmen, 109 numaları otobüs ile evin yolunu tuttuk. Sonrasında ekipmanları eve bırakıp, konumu Alexandre Platz bölgesine çevirip, favori restauranlar listemizde üst sırada olan “*dolores”e gidip birer Quesedilla ile doygunluk eşiğimizi bir kez daha testten geçirdik. Konserden dolayı zamanla olan savaşımız sebebiyle eve geçip Berlin Olympiastadion'a doğru yola koyulduk.

Beklenenden hızlı bir şekilde varmış olsak da, içki kuyruğunda takılı olmamız sebebiyle konser başlangıcını (20:45) kaçırdık. Diğer bir sorunsal ise saha içi olan biletlerimiz oldu. Malum herkes konser öncesinde pozisyonunu aldığı için kendimizi konumlandırmamız pek kolay olmadı. Konser gayet güzel ve güneşli bir akşamüstünde başladıktan sonra havanın kararmasıyla beraber işin rengi tamamen değişti. Gün içerisindeki havanın net belirtilerine adeta sırtımızı çevirerek, "işte risk budur" deyip yanımıza yağmurluk almayarak aslında bir anlamda sonumuzu hazırlamış olduk. İnanılmaz bir fırtına sonrasında hem konserin akışı hem de kalabalığın içerisinde olmamız sebebiyle tam olarak sıçan yavrularına dönmemiz paha biçilmezdi. Bu bir gerçek ki "doğayla şaka olmaz". Sonuç olarak Depeche Mode konserinin bis kısımlarını es geçerek kendimizi olabildiğince hızlı bir şekilde eve atma hamlesini yaptık ve kısmen de başarılı olduk.

Planlamada 00:30 gibi eve varıp sonrasında 03:00 gibi yola koyulacağımız için uyumak gibi bir düşüncemiz yoktu. Fakat senaryo bizi saat 23:00'de uyku poziyonunu almaya itti.

#23/06/2017 - Berlin Schönefeld - Ryanair (Berlin -> Brüksel)

Sabahın köründe 2:45'te ayaklanıp, son hazırlıkları tamamladıktan sonra 03:20'de otobüs ve tren yolculuğu için yola koyulduk. Saat 06:20 Ryanair Brüksel uçuşunun tamamını uyur vaziyette geçirip, Brüksel havalimanında İzlanda (Reykjavik) için yaklaşık 4.5 saat sonra olacak son uçuşu beklemeye koyulduk. İster istemez (normal olarak) yeme-içme ve bolca rahat koltuklarda yayılma şeklinde bu eşsiz zaman dilimini yedik bitirdik.

#Brüksel Havalimanı - WOW Airlines (Brüksel -> Reykjavik)

Atılım içerine girme uğraşında olan bir havayolu konseptiyle -aynı zamanda düşük fiyat söylemli- wow air yolculuğuna uçağın kıç tarafında başlayıp, 3.5 saati o kısımda tamamladım. Pegasus muadili bir hava yolculuğu olarak öngörebilirsiniz. Uçuş, Belçika yerel saatiyle 11:50, varış ise İzlanda yerel saatiyle Keflavik Havalimanına varışımız yaklaşık olarak 15:00’i buldu.

#23 Haziran 2017 - Gün 1

Havalimanından çıkışın biraz süre alması ve üstüne Sixt’te araç alma işlemimizin tahminlerden daha zaman alması, bizim kontağı çevirip Þingvallavatn Milli Parkı’na doğru yol almamızı 17:30 civarlarına sarkıttı. Rezervasyon yaptığımız Suzuki Vitara (Düz Vites, Benzin) yerine Ssangyong Karando (Otomatik Vites, Dizel) aracımızla gayet yarı-fırtınalı ve bol yağmurlu bir şekilde Þingvallavatn’a vardık. İlk izlenim ise İzlanda’nın beklenenden daha soğuk bir şekilde bizi karşılaması sebebiyle korkutucu oldu. Yolda yer yer trafik olması toplamda 330bin kişinin olduğu ada için biraz şaşırtıcı olsa da, Þingvallavatn ayrım sapağından sonra beklenen şekilde sakinleşti. Bloglardan okuduklarımızın bir nevi vücut bulduğunu hissettik. Motivasyonumuzun tam olması sebebiyle sağanak yağmura aldırmadan ilk şelalemizi, yürüyüş parkurumuzu, viking yerleşkesini, başbakanlık yazlığını, kısacası Þingvallavatn içerisinde bulunan belli başlı her yeri yürüyerek günü batırdık diyemeyeceğim çünkü malumunuz gün batmıyor. Yakında bulunan kafeteryada bir kahve içmemiz gerektiğini bütün bedenimizde hissederek (hava biraz soğuk tabii) gidip ilk kişi başı 400 İzlanda kronumuzu vererek kahvelerimizi yudumladık. Bunun daha başlangıç olduğunu hissetsek de durumun sonradan alacağı hali kestirebildiğimizi söyleyemeyeceğim.

Rotanın uzunluğunu göz önünde tutarak bir sonraki durağımız olacak olan Geysir’e doğru ilerledik. Bölgenin tektonik yer altı suyu potansiyelini görünce ki haliyle İzlanda’da ilk tektonik deneyimimiz, şaşırarak soğuğa aldırmadan dolandık durduk. Saatler yerel olarak 23:00’ı gösterdiği sularda artık bünyelerin dinlenme zamanı geldi ve çok da fazla zorlamadan sabah erkenden dolaşacağımız Gullfoss Falls otoparkına parkımızı yapıp, soğuğa meydan okuyarak ilk gecemizi geçirdik.

#24 Haziran - Gün 2

Sabah erken uyanıp otoparkında gecelediğimiz Gullfoss Falls’u keşfe çıktık ki gerçekten gözlerimize inanamayacağımız bir manzarayla karşılaştık. Bir kanyona akan, yüksek debili bir şelaleden bahsediyorum. İlave olarak tabii ki gayet sert bir rüzgar, az bir yağış ve soğuk mevcut. Giriş seviyesinde olduğumuz için ilk heyecanlar bir başka oluyor ama bu demek değil ki normal bir coğrafyayı keşfediyoruz. Kesinlikle sıradışı!

Güney bölgenin gidilecek yer potansiyeli sebebiyle tempolu bir gün planlamasını tuturduk diyebilirim. Gullfoss sonrasındaki durak bir başka şelale olan Seljalandfoss oldu. Artık yavaş yavaş “foss” kavramına alışmaya başladığımızı yüksek sesle dillendirdik. Bir nevi şelalelerden beklentilerimiz oluşmaya başladı, bir gariplik hissetmediğimizi söyleyemem.

Bir sonraki durak da pek şaşırmayacağınızı düşündüğüm; Skogafoss. Bunu diğerlerinden ayıran şey o bitmek bilmeyen merdivenleri diyebilirim. Şelalenin tepe noktasına çıkmanıza imkan veren merdivenleri tırmandıktan sonra tahmin edebileceğiniz üzere alabildiğine manzara ki okyanusa yakın olduğunu düşünürseniz gayet geniş bir alanı tarayabiliyorsunuz. Bununla birlikte uzun bir yürüyüş parkuruna çıkıyorsunuz, genellikle düzlüklerden oluşan bir konum. Merdivenler dışında gayet keyifli bir yer diyebilirim. Yaklaşık 20dk da çıktığımız merdivenleri, 2dk gibi bir sürede inince bir moral bozukluğu yaşıyorsunuz. Skogafoss gayet yüksek bir noktadan döküldüğü için yakınına gitmek cesaret istiyor, malum bizde fazlasıyla olduğu için güzelce ıslanıp, keyifli fotoğraflar çektik.

Solheimasandur’da bulunan uçak enkazına doğru amansız bir şekilde yürüyeceğimizi bilseydik, aracı otoparka gönül rahatlığıyla bırakmazdık. Üstelik bloglarda allanıp pullanan yerin herhangi bir albenisinin olmaması! Gereksiz bir efor sarf ederek, muhtemelen İzlanda’daki en verimsiz zamanımızı geçirdik. Gitmemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Sonra ne mi oldu? Black Sand plajına doğru ilerleyip, kumlara yayılıp, aç olan karnımızı el emeği sandviçlerle ve yanında da Bacardi Mojito ile süsleyerek harikulade pikniğimizi yaptık. Keyif maksimum noktalara ulaştı, yine gün batmadan bu keyfi yakaladık. Zaten yolculuk boyunca olan motto “gün batmadan da varırız” şeklindeydi. Okyanus dalgalarının kış şartlarında hangi seviyelere geldiğini de piknik sonrasında detaylıca gördük, fyord benzeri yer şekilleri ve benzerleri.

Sonra yola koyulmaya devam ettik ama iyice pertimiz çıkmaya yaklaşmıştık. Yol kenarına arabayı çekip, yosun kaplı kayalıklarda koşup zıplamalar, önümüze çıkan ve ilgimizi çeken noktalarda durup dolaşmalar şeklinde ilerledik. Nerede ne karşınıza çıkabileceğini tam kestirememek gerçekten çok güzel bir duyguymuş, bulmuşken zirveyi yaptık.

Gün sonunu görmemiz gerektiğini bedenimiz bize belli edince artık son bir gayretle Vatnajökull Milli Parkı’na vardık. O kadar yorgun bir haldeydik ki karşımıza çıkan camping alanına 4950ISK vermekten çekinmedik. Hava kararmayınca saat kavramı beden yorgunluğuyla paralel oluyor, burası net.

#25 Haziran 2017 Gün 3

Her sabah biraz daha dinlenme ihtiyacı hissettiğimiz aşikardı. Nispeten 3. günün sabahında daha kalabalık bir alandaydık. Gece tam olarak anlayamadığımız belli oldu, çünkü bir sürü turun yapıldığı İzlanda’nın en büyük milli parkında konaklamışız. Yine sabah kahvemizi 400ISK/bardak olarak yudumladık. Ama en güzel yanı, ne kadar içebiliyorsan içebilmen. Ama makina kahvesi olan yerleri olabildiğince tercih etmekte fayda var. Genellikle termosta bulunan kötü kahvelerini içmek zorunda kalıyorsun ki ikinci bardağı alma sebebin genellikle verilmiş olan yaklaşık 400ISK oluyor.

İhtiyaçlarımızı giderip, astronomik hediyelik alışverişlerini herkes tamamladıktan sonra artık buzul görme zamanı gelmişti. Jökulsarlon’a ulaştığımızda ortamdaki turist sayısının maksimuma ulaştığını gördük. Malum, Haziran ayında buzul görmek? Sıradışı ve güneşe rağmen nispeten soğuk bir havaydı. Manzara mı? Tam olarak harikalar diyarı diyebilirim. Tam olarak dünyadan soyutlandığın ve kafanın tamamen boşaldığı bir duygu, ötesi yok. Güzel fotoğraflar çektik mi? Kesinlikle.

Artık biraz daha ilerleyip hem normal bir öğün yemek yeme ihtiyacı ve duş alıp yatak yüzü görmek umuduyla Höfn kasabasına doğru yol aldık. Biraz spontane de olsa “Humarhöfnin Gastronomy Langoustine” restaurantına kendimizi can havliyle attık. Genel izlenim itibariyle pek İzlanda sınırlarında görmediğimiz formda bir işletme olduğunu söyleyebilirim. Herkes farklı bir yemek seçti. Açıkçası hepsi inanılmaz lezizdi, gerçi bulunduğumuz durumda her haliyle mükemmel gelebilirdi. Fakat gerçekten başarılıydı, sunum&lezzet ve ötesi. Deneysel olarak İzlanda Craft biralarıyla Kuzu, Arch Fish ve karides yemeklerimizi süsledik. En çok şaşırdığım ise karidesin şu ömrüme kadar gördüğüm en büyük ve lezzetlisi olmasıydı. Daha çok balık yiyormuşsun hissini verdi diyebilirim. Tıkabasa doyup astronomik olan hesabımızı ödeyip, aramızda ne kadar ödediğimizi kavramaya çalışırken, bir yandan da market bulup stok ihtiyaçlarımızı giderdik (ne kadar ödediğimizi anlamamız kredi kartı hareketlerine bakmamızdan sonra gerçekleşti).

Hem biraz daha yol almak, hem de balıkçı kasabası yerleşimi olarak merak ettiğimiz Breiðdalsvík’e doğru yol aldık. Girişinde standart haline gelmiş kimsenin olmadığı bir yer olarak dillendiriyorduk ki sağ tarafta “Beer Brewery” yazısını gördük. Benzin alırken ufak bir kritik yapıp, açık olma ihtimali üzerine kafa yorduk. Şansımız yağver gitti ve tam bir hafta önce açılmış mekana adım attık. Tabii ki mekan sahibinin tek masa müşterisi olarak mekana yayıldık. İzlanda biralarını deneyip keyiften erirken, bir yandan da kısa turumuz sırasında görmüş olduğumuz Hotel Blafell’de konaklama planlaması yapıyorduk. Sonunda ortak noktada buluşup otel işini halledip, 159 kişinin yaşamayı sürdürdüğü köyde/kasabada bilardo oynayıp craft biranın keyfini çıkardık. Buna ihtiyacımız olduğunun bilincinde olarak inanılmaz keyifli bir akşam geçirdik. Sonrası mı sonunda güzel duş ve yatak!

#26 Haziran 2017 Gün 4

Sabah açık büfe kahvaltı akabinde yola çıkma hazırlıkları ve tabii ki son bir duş yapıldı. Rotanın artık az çok belli olduğu ama her zaman süpriz birkaç noktanın olduğunu bilerek kontağı çevirdik. Dettifoss’a ilerlerken otelden muglarımıza doldurduğumuz sıcak su ile yol üzerindeki dinlenme noktalarında kahve seansları yaptık. Hem 400ISK/kişi maliyetimiz olmadı, hem de canımız hangi noktada isterse orada durduk, var mı bundan daha büyük bir lüks?

Her ne kadar şelalelere alışmış gibi hissetsek de; her gittiğimiz yerde yeniden etkileniyorsun. Evet temelde hepsi aynı ama konumları itibariyle hepsi birbirinden bağımsız ve özgün yerler. Dettifoss’da bu kapsam içerisindeydi.

Bir sonraki nokta ise Hverarönd’dü. Her yerden dumanların yükseldiği bir vadi düşünün, insanın durası yoksa bile duruyor. Ama handikapı kokusu, inanılmaz bir sülfür/kükürt kokusu hakim bölgenin tamamına. Dolaşırken bile nefes almamak için binbir taklalar atıyorsun ama ne mümkün! En sonunda dayanabildiğimiz kadar dayanıp, az biraz dolaştık, fotoğrafladık ve yola devam etmek için koşar adım arabaya ulaştık.

İzlanda hakkında ufak araştırma bile yapmışsanız karşınıza direk büyük bir pazarlama projesi olarak “Blue Lagoon” çıkmıştır ya da yaparsanız direk gözünüze sokulacaktır. Öyle ki yüksek giriş ücretine rağmen hem yer bulmakta zorlanırsınız, hem de acaba değecek mi diye düşünürsünüz. Biz daha değişik bir yol izleyip “Myvatn Nature Baths”e gittik. Gayet değişik bir deneyim oldu; 36 dereceden, 41 dereceye kadar olan termal havuz içerisinde çocuklar gibi şendik. Sadece tek püf noktası duş alırken prosedür biraz farklı dikkatli olmakta fayda var, malum görüntü kirliliği maksimumda oluyor. Aslında öncesinde otelde bol duş aldığımız için bütün kirlerimizden arındık diyemeyeceğim, sadece değişik bir deneyimdi ve İzlanda’ya gidiyorsanız denememek hata olur.

Yola devam edip direksiyonu Goðafoss’a çevirdik. Yine bir şelale, fakat görsel olarak öyle etkileyici ki baktıkça daha bakası geliyor insanın. Daha önce de dediğim gibi bir anlamda hepsinin ruhu var ve birbirinden tamamen farklı. Bir de daha önce gelmişsin gibi bir izlenim yaratıyor, malum fotoğrafçıların çektiği açıdan gördüğün manzara önbellekte bulunuyor. Goðafoss’’un ise İzlanda tarihi için ayrı bir önemi olduğunu öğrendik. İzlandalılar uzun yıllardır taptıkları putlarını bu şelaleden aşağıya atarak, Hristiyanlığı kabul etmişler ve bunu yüzyıllar önce bu yerde yapmışlar. Hikayelerdir aslolan!

İstikamet doğruca İzlanda’nın ikinci en büyük şehri olan (18000 nüfus) Akureyri’ydi. Fakat biz şehre varana kadar saat akşam 10’u biraz geçmişti ve doğal olarak etrafta pek birileri yoktu. Biraz soluklanmak ve şehirde dolaşmak için arabayı parkedip, dolandık. Tahmin edileceği üzere açık olan birkaç yerden birine oturup, İzlanda birası içtik. İlk mekan Akureyri Backpackers’tı. Aynı zamanda hostel de olan işletmenin barı 11’de kapanınca diğer bir mekana R5 Beer Lounge’a geçtik. Yorgunlukla beraber içilen İzlanda biraları yola devam etmemiz gerektiğini hissettirdi. Tabii ki şehirde kalmanın bir gerekliliğini hissetmediğimiz de ortadaydı. Yola 10-15km daha devam edip gün sonunu Bakki mevkiinde getirdik (her ne kadar mekan sahibi olan kuşlar bizi pek hoş karşılamasa da).

#27 Haziran 2017 Gün 5

Kuzey bölgesinin önemli bir kısmını geride bırakmışken, gidilecek yerler arası mesafeler de iyice açıldı. 5.günde gayet önemli bir parkuru geride bırakmamız gerektiğini bilerek yola koyulduk. İlk hedef Kalfsmarsvik tarafı oldu, bölgede bulunan 2000 yıllık bazalt kıyıları yerinde görmek amacıyla.

Güney bölgesinden çıktıktan sonra az da olsa farkına varmış olduğumuz insan ve turist oranındaki azalma yolculuğa devam ettikçe iyice ayyuka çıktı. Bu durumdan pek şikayetçi olduğumuz söylenemez ama garipsediğimiz de bir gerçekti.

Bazaltlara ulaştığımızda daha önce görmüş olduğumuz İzlanda formlarından daha farklı bir manzarayla karşılaştık. Zaten ülkenin en belirgin ve diğerlerinden farklılaştığı özellik, doğallığının her bölgede farklı bir şekilde olması. Bol fotoğraf çekme ve etrafa bakınma şeklinde hatırı sayılır bir süre geçirdik. Herşeyden izole bir şekilde olan sakinlik bize gayet iyi geldiği için bu kadar zaman aldığını söyleyebiliriz.

Bir sonraki güzergah planlamasını yaparken hem kafamıza yatan, hem de konaklama noktası olabilmesi önemliydi. Zaman olarak da programın biraz önünde göründüğümüz için, biraz spontane olarak Grönland tarafına görece daha yakın olan kıyı tarafını seçtik; Breidavik. Harita üzerinden göründüğü kadar kolay olmayan bir yolculuk oldu. Özellikle geçtiğimiz dağ yolları ekip olarak tedirginlik yaşamamıza neden oldu ki önümüzde ilerleyen çiftin yoldan çıkıp şarampolde durabilmiş olmasına şaşırmış bir şekilde dağları aşmaya devam ettik. Gayet geniş plajı olan bir nokta Breidavik mevkii, ama konumsal olarak dezavantajı sebebiyle daha farklı bir noktaya ilerleyip geceyi geçirmek için 8 koyunun evsahipliğinde Grönland’a doğru durduk.

#28 Haziran 2017 Gün 6

Artık Reykjavik öncesindeki son gün olması ve haritamızda fazla mesai gerektirecek bir rotamız bulunmamasının rahatlığı vardı. Fakat konakladığımız mevkii itibariyle olması gerekenden daha soğuk bir hava olduğu için 06:15’de kontağı çevirip, uzun dağ yolculuğu yaparak ulaşmış olduğumuz Breidavik tarafından geri doğru yol almaya başladık. İstikamet önce Grundarfjördur, sonrasında Snæfellsjökull’dü. Grundarfjördur, derli toplu ufak bir kasaba görünümünde olduğu için içimizde bir sevinç olmadı değil. En azından birşeyler içip, atıştırabileceğimizi hissettirdi. Yine ufakta olsa veda niyetinde bir şelale ziyaretimizi yaptık. Dönüşte kasabaya uğrayıp, Laki Hafnarkaffi’de kahve ve bira molası verdikten sonra tam bir sonraki istikamete doğru ilerleyecekken truck yemeğini bulup (tabii ki sosisli sandviç) karnımızı doyurduk. Gerçekten de uzun zamandır lezzetli birşeyler yemeyen insan grubunun vereceği tepkiyi verip, ikişer adet sosisli sandviç yedik. Snæfellsjökull tarafından dolanıp yolu takip edip dönerek Reykjavik tarafına doğru direksiyonu çevirdik. Yakın zamanda aktif olan yanardağın etrafında, bomboş yollarda tavafımızı yaptık. Hava görece daha kapalı ve dağların büyük bir kısmı bulutlarla kaplıydı, bir taraftan da hafiften yağmur çiseliyordu. Anı olarak, taşlaşmış lav parçacıklarını da arşivimize katarak yolumuza devam ettik. Yavaştan etraftaki araba sayısı artıyordu, malum olduğu üzere kuzey batıdan, güney tarafa doğru inerken. Navigasyon rotasını takip ederken, bir anda kendimizi 1000ISK öderken ve Sjodvegur tünelinden giderken bulduk. Biraz anlayamadan da girsek yolumuzu kısalttığını düşünerek herşeye başladığımız nokta olan Þingvallavatn Milli Parkı’na doğru yol aldık. Geceyi oralarda geçirip, ertesi gün yakın mesafede bulunan (son günümüzü planladığımız) Reykjavik’e rahatça geçebilecektik. Þingvallavatn bizi gökkuşağıyla karşıladı.Ve gün sonu hesabını kestik.

#29 Haziran 2017 Gün 7

Son günün vermiş olduğu motivasyonla beraber, yine yağmurlu olan güzel bir sabahta Reykjavik’e doğru yola koyulduk. Otopark için yapmış olduğumuz araştırmalar açık bir şekilde arabayı parasız bir yere koymamız gerektiğini bas bas bağırmıştı. Biraz da şansımızın yardımıyla fena olmayan bir noktaya arabayı park ettik. Herşeyin pahalı olduğu memlekette otopark işlerinin makul olmasını beklemiyorduk.

Günlerce süren yolculuğumuzun bize gösterdiği şeylere istinaden Reykjavik’ten beklentimiz pek yoktu. Sadece bişeyler içip, karnımızı doyurmak ve akabinde havalimanına geçmek şeklindeydi. Enerjimiz varken daha öncelikli olduğunu düşünerek, önce şehirde biraz dolanmayı tercih ettik. Biraz fotoğraf çekip, aynı anda şehri tanımak, bir de ufak da olsa hediye almak için çok da uzun olmayan bir dolanma sonrasında yürürken dikkatimizi çeken Kaffi Vinyl’de, sonrasında Kaldi Bar/Cafe’ye geçip kutlamalarımıza devam ettik ki 2400kmlik bir yolculuktan bahsediyoruz. Konsolosluğumuzun bile olmadığı bir coğrafyada resmi törensiz de olsa bir kutlama peşinde olduğumuz doğruydu.

Mevzu tabii ki dönüp dolaşıp ne yemeliyize geldi. Bütçesel olarak göçmüş halde olduğumuz için züğürt tesellisi motivasyonumuzla makul bir meblağa bir yemek yemeliyiz deyip, ufak araştırmalarda bulunduk. En sonunda aklımıza en yatanı Hamborgarabullan’da hamburger yemek oldu. Garip bir girişi olması sebebiyle biraz bulmak zor olsa da fiyat/fayda oranı gerçekten tatmin ediciydi. Gerçi koşullar itibariyle mi hepimiz öyle hissettik bilemiyoruz ama 5560ISK tutarının karşılığında gelen mutluluk paha biçilemezdi.

Tıka basa doyup öncesinde belirlemiş olduğumuz barlara ziyaretlere geçtik. Önce Micro Bar’a, sonrasında ise Skuli Craft Bar’a gittik. Barların ortak özelliği yerel bira satışı yapmalarıydı. Bir sonraki gün Brüksel’e geçecek olmamıza rağmen hatırı sayılır bir ISK biralar için Reykjavik’te bıraktık.

Saat ilerledikçe bir hafta önce çıkmış olduğumuz yolculuğumuzun bir tatil olmadığını iyice hissetmeye başladık. Sonuçta tatil denilen şey bünyenin dinlenmesi, yenilenme olması gerekir ki bizde tarif edilemez bir yorgunluk vardı. Öngördüğümüz saatten daha önce bir şekilde Reykjavik’in sansasyonel gece hayatına bir son verip, son bir gayretle havalimanına doğru yol alma kısmına geçtik.

#30 Haziran 2017 Gün 7.1

Arabayı bırakıp, havalimanı güvenlik prosedürlerini geçtikten sonra büyük bir güruhun daha sabah uçağı için aynı işlemleri yaptığını farkettik. 5 saatlik bekleme seansında gökyüzü ilk defa alacakaranlık gibi göründü. Şaşkınlıkla bir süre gökyüzünü seyrettiğim doğrudur.

Dipnot 1: Uzun bir yolculuk sonrasında öncesinde yapmış olduğumuz planlamalara sadık kalıp, aynı zamanda anlık reaksiyon göstererek program revizyonları yaptık. 2400km seviyelerinde biten yolculuğumuz; hiçbirşeyin imkansız olmadığını, plan-program ile herşeyin hayata geçebileceğini gösterdi. Diğer taraftan da yazın kavurucu sıcağında, ucubeler gibi bot&mont ile havalimanlarında sefil olmanın çok da gerekli olmadığını, zamanlama olarak başka tarihleri seçmenin daha akılcı olacağını da gösterdi.

Dipnot 2: Bu tarz seyahatlerin birbirini iyi tanıyan kişilerle yapılabilir olduğu, aksi taktirde seyahatlerin akıbetinin tatsız senaryolarla süslenebileceğini de eklemekte fayda var. Biz ekip olarak birbirimizi yaklaşık olarak 22 yıldır tanıyoruz. 33 yaşlarında olan insanlar grubu olarak hayatımızın 2/3’ü öyle ya da böyle beraber geçmiş demek oluyor. Bu temelde en kritik nokta kanısındayım. Zaten böyle seyahatlerin herkes ile yapılamayacağını söylediğinizi duyar gibiyim, doğru tespit ama dillendirmekte fayda vardır.

#30 Haziran 2017 Brüksel

Brüksel’de geçirdiğimiz zaman dilimi hepimizin neredeyse Reykjavik’e giderken havalimanında bekleme süremiz kadar. Sadece Kertu’nun 3 saatlik hızlı bir turu olmuştu ki o da sayılmasa daha iyi olur. Genellikle uyuklayarak geçirdiğimiz WOW Airlines Reykjavik-Brüksel uçuşu sonrasında kendimizi tabii ki kapalı bir havası olan Brüksel şehrine attık. Otel için aylar öncesinden yapmış olduğumuz rezervasyona istinaden Yadoya Hotel’e gittik fakat oda hazır olmadığı için daha sonrasında odaya geçebildik. Meydanlara yürüme mesafesinde olan oteli seçmemiz doğru bir hamle oldu. Şehir hakkında herhangi bir araştırma yaptığımız pek söylenemez sadece etraftan gelen bilgileri süzerek, bazı notlar almıştık.

Beklenti olmayınca herhalde daha farklı bir etki yapıyor ki şehir güzel göründü. Herneyse önce kahvaltımızı Charli’de yaptık, sonrasında biraz Monk’ta oturduktan sonra otele yerleşip hazırlandık, doğal olarak yolumuz Delirium Cafe’ye düştü ki mekanı fazlasıyla beğenip gece sonuna kadar başka bir bar arama uğraşına girmedik.

Yemek için önünden geçerken “işte burası” dediğimiz Noordzee’nin kapanışına yetişemediğimiz (kapanış saati 17:00) için teselliyi Bia Mara’da bulduk. Fish&Chips restaurantı ve gayet başarılı bir mekandı. Tek problem porsiyonu gayet doyurucuydu ve biraz fazla yedik, üstüne de Belçika waffellını da yiyince olay tamamen kontrolden çıktı. Sonrasında meydanda biraz dolanıp, bu yorgunluğu atmak için Delirium Cafe’ye geri döndük. Gidilmesinde büyük fayda olan bir mekan, buna şüphe yok ama yüksek alkollü biralara dikkat edelim, etmeyenleri ben dahil uyaralım.

İzlanda seyahatinin üstüne sabahtan akşama kadar süren bir Brüksel gezisi bünyede artık herhangi bir dayanak bırakmadığı için biraz erken (21:00) de olsa Yadoya Hotel’in yolunu tutarak geceyi sonlandırdım.

#1 Temmuz 2017 Brüksel-Berlin

Tam da hava durumunda görmüş olduğumuz gibi Brüksel’i sel almış bir sabaha uyandık. Gerçi seyahatler boyunca senaryo hep aynı olduğu için şaşırmadık ve Uber yaparak Brüksel havalimanına gittik ki metro ile aynı euro tutarında, üstelik ekstra yürüme parkuru olmaksızın.

İstikamet 1.5’dan 2. sırada olan yer; Berlin!

You Might Also Like:
bottom of page