Birçok insanın küçük yaşlarından beri süregelen hayali vardır. Sana direk olarak bağlı olmasa da hep aklının bir köşesinde durur vaziyette hayatına devam edersin. Bilirsin ki ne kadar ütopik bir hayal olsa da bir şekilde onun peşinden koşmaya ve aklından geçmesine engel olamazsın.
Şartların seni nereye sürükleyeceğini öngöremeden hayatına devam edersin. Bir bakarsın New York’tasın, bir bakarsın Azerbaycan’dasın, bir bakarsın tekrar İstanbul’a dönmüşsün. Ama bir bakmışsın ki Final Four 2017’de kendinden geçmiş bir şekilde önce yarı final, sonrasında ise final maçında pota arkası sarı dev dalganın içerisindesindir. Hep bir tedirginlik ve coşkuyla takımını desteklerken, son 2 dakikada iyice tepkisizleşip, anlamsız bir edayla sahaya gözlerini dikmiş bakarsın.
Kolay değil, George Gilmore’lardan beri gelen o hayalin gerçekleşmesinin aptallığı yüzüne ve bütün bedenine süzülür. Sonra maç sonu sireni çalar, herşey bambaşka bir hale bürünür, sen hala aynı aptallıkla olayları anlayamadığının yüzüne vurmuş ifadesiyle bağırıp çağırırsın. Bunun hayalini yıllarca kurup, o salonda, o kupanın havaya kalktığına bire bir şahit olup, sakin kalabilmek? Daha doğrusu olayı tam olarak idrak edememek, yoksa sakin kalmak mı? Mümkün olabilir mi?
Bize artık hep Pazar. Hala Sinan Erdem Spor Salonu’nda, Blok 324 Sıra 5 Koltuk 11’de oturduğum doğrudur, hatta bütün salon pek oturmadığımız için ayakta durup hala hep beraber bağırıyoruz;
“Her şeyden geçtim ama, bir senden vazgeçemem
Dokunulmazımsın benim , yüreğime hükmedemem
Güneşimi kaybettim, günlerime doğman gerek
Yaşama tutunmam için , şampiyon olman gerek”
2015’te ilk final four yaptığımızdaki sevinci, 2016’da ise finalde o 1.3 saniye kala olan depresyonu silip atan, 2017’de Sinan Erdem’de hep birlikte kaldırdığımız kupa; insanın içinden geçen “işte hayat, herşeye rağmen”.
Sevdik seni her şeyden çok!